NEW YORK YAPTI, BİZ DE YAPARIZ.
-->
Amerikan hayalinin
ve kapitalizmin kalbi New York olarak biliniyor. Amerika’nın bu en önemli şehrinde
Demokratlar en son belediye başkanlığını 1989 yılında David Dinkins ile
kazanmıştı. Rudy Giuliani ve üst üste 3 dönem başkanlık yapan Michael
Bloomberg’in dönemlerini kapsayan yirmi yıl boyunca da sağcı Cumhuriyetçiler
tarafından yönetiliyordu.
Demokratların
adayı Bill de Blasio 5 Kasım 2013 tarihinde yapılan yerel seçimlerin ardından
rakibine büyük bir fark atarak belediye başkanlığını kazandı ve 1 Ocak 2014’de
yemin ederek görevine başladı.
Cumhuriyetçi
rakibine yüzde 49 fark atıp oyların yüzde 73’ünü alarak seçimi kazanan Blasio
New York’un 109. Belediye başkanı oldu.
20 yıl sonra New
York’un başına geçen ilk Demokrat Partili olan Blasio, görevi devralırken
yaptığı konuşmasında birlik mesajı verdi: “Şehrimizde
yaşayan insanların umutlarına hayat vereceğiz. Bir şehir olarak başarılı
olacağız. Bunun kolay olmayacağını biliyoruz. Bunun için toplanmamız gerekiyor.
Bu sadece benim tarafından gerçekleştirilemez. Bu ancak hepimiz tarafından
hayata geçirilebilir.”
Blasio
nasıl kazandı
İşinin faydası: Dertleri dinleyerek seçim kazandı
52 yaşındaki De
Blasio, adaylığı öncesinde New York Belediyesinde kamu avukatlığı (ombudsman)
görevini sürdürüyordu. 2010 yılında New York Belediyesinde işe başlayan De
Blasio halkın belediyeden şikayetlerini dinliyordu. Bu görevi sırasında
gözlemlediği şehir yönetiminden memnuniyetsizlik konularını seçim kampanyasının
merkezine oturttu.
Tipik bir New York’lu
Alman bir baba ve
İtalyan bir annenin çocuğu olan 1.90’lık sarışın dev adam kendinden hayli kısa,
siyahi ve lezbiyen eşi, afro saçlı melez çocuklarıyla dünyanın en kozmopolit
şehirlerinden New York’un izlerini taşıyor.
“Wall Street’i İşgal Et” etkili oldu
Occupy hareketine
başından itibaren destek veren De Blasio, bu hareketin çıkışını oluşturan gelir
eşitsizliği meselesini iyi analiz ettiğini gösterdi. Wall Street’i İşgal Et
hareketiyle su yüzüne çıkmış talepleri kendi siyasetinin belkemiği yaptı. Daha
eşitlikçi bir kent hayatı vaadi bu anlamda bir karşılık buldu.
İki şehrin hikayesi
Seçim kampanyası
boyunca “iki şehrin hikayesi” sözüyle
sık sık şehirdeki gelir eşitsizliğini gündemine taşıdı. Bir tarafta yoksulluk
sınırının çok altında yaşamaya çalışanlar ile diğer tarafta milyarderlerin yan
yana olduğu şehirde New Yorkluların adaylardan en büyük beklentisi fakirlerin
durumlarının iyileştirilmesiydi. Bu konuda en büyük vaadi “artık tek bir şehir
olarak başarıya ulaşacağız” oldu.
Obama’dan beklenen umudun yeni simgesi
Bu galibiyete çok
desteği olan bir beklentiden de bahsetmek gerekiyor: Amerikan halkının
Obama’dan beklediği “değişim” umudu. 2008’de umut sloganı ile seçilmesine
rağmen Amerikalıların dilediği değişimi getiremeyen Başkan Barack Obama’nın
durumuna düşme potansiyeli ise bu beklentinin en büyük riski.
Birlikte yaşama
Kampanyanın ana
felsefesi aslında “birlikte yaşama” vurgusu oldu. Bu vurgu özellikle gelir
eşitsizliği nedeniyle şehrin bölünmesini ifade etse de diğer farklılıkları
birarada tutmaya yönelik politikalarla desteklendi. Bu politikaların başında
gelen “aile” ve “komşuluk” kavramları daha muhafazakar duygular taşısa da
birlikte yaşayabilme beklentileri için bir tutkal işlevi oluşturduğu ortada.
Her iki kavramda aslında ikiye bölünmüş şehrin en büyük öbeği olan orta sınıfı
ifade eden, onların dikkatini çeken, orta sınıf tarafından sahiplenilen söylem
oldu. Oy farkının bu derece artmasında bu muhafazakar katkı elbette çok önemli
oldu.
Aslında Bill de
Blasio’yu bu kadar öne çıkaran ve seçim kampanyası boyunca en sık dile
getirilen bence iki önemli konuyu açıklamak gerekiyor.
1. Durdur ve Ara Yasası
Birincisi New York
Polis Teşkilatı’nın (NYPD) suçu önleme adına yetkilerini artıran “Durdur ve
Ara” uygulaması oldu. De Blasio en başından itibaren bu yasanın kaldırılacağını
açıkça ifade etmesi alt ve orta sınıflar üzerinde büyük farkındalık yarattı.
Polisin sokakta herhangi bir anda, herhangi bir şeyden dolayı birisini şüpheli
görürse orada durdurup arama yetkisi özellikle bu sınıflar tarafından nefretle
karşılanıyordu. Durdur ve ara uygulaması, birçok insan hakları savunucusu
tarafından eleştirilen bir uygulama oldu. Uygulama kapsamında yapılan
durdurmalar, 2011 yılında tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştı. 2011
yılında çoğu siyah ve Hispanik erkeklerden oluşan 684.330 kişi uygulama
kapsamında durduruldu.
Bir de buna De
Blasio’nun rakibi Cumhuriyetçi aday Joe Lotha’nın “Blasio seçilirse New York
suçun kol gezdiği bir kent olacak” sözleri de eklenince etkisi katlanarak
arttı.
2. Sıradan görünen ihtiyaçlar
İkincisi ise
Blasio’nun sıradan ihtiyaçların çözümüne yönelik “sosyalist” bulunan
politikalarıdır.
4 yaşından
itibaren her çocuğun ana okuluna gitmesi, 200 bin sosyal konut inşa etme planı
gibi sıradan insanları önemseyen, sıradan ihtiyaçları hedefleyen bu politikalar
kampanyanın merkezini oluşturdu.
Kapitalizmin
kalbinde vicdan kazanıyorsa Türkiye’nin kalbinde bizim kazanmamız an
meselesidir.
Buradan kendimize
bir yol haritası çıkarabiliriz; yukarıda sıralanan gerekçeler nerdeyse
Türkiye’dekilerle örtüşüyor.
1. Dertleri
dinlemek öncelikli çünkü biz sadece karşımızdakine kendi fikirlerimizi kabul
ettirmeye uğraşıyoruz. Bu nedenle ıskaladığımız şey dinlemek.
2. Nereye nasıl
aday göstereceğimiz konusunda daha tutarlı ilkelerimiz olmalı: mesela her yere
Sivaslı, her yere Tuncelili aday göstermemek gibi...
3. İki şehrin
hikayesi her yerde mevcut. Çok zenginlerle çok fakirler aynı yerdeler.
4. Birlikte yaşama
talebi burada gerçekleşmeyecekse nerede gerçekleşebilir? Kürtlerle Türkler,
Alevilerle Sünniler, başörtülülerle başörtüsüzler birlikte yaşama talebinin en
temel aktörleri değil mi...
5. Gezi olayları
ise bir dönüm noktası. Bunun üzerine bir siyaset, bir anlayış inşa etme
noktasından gittikçe uzaklaşıyoruz. Bunun ruhunu kaybetmeden, sıradan
insanların sıradan taleplerini dile getirmek ve bunun siyasi sözcüsü olmak
dışında önümüzde bir yol da görünmüyor.
New York bu gerekçeler üzerine bir hayal, bir yaşam oturttu. Biz de
yapabiliriz, yapmalıyız da... Şimdi tam yeri, tam zamanı.
Yorumlar